logo

Boşanma Hukuku

Boşanma Hukuku ve Sonuçları

BOŞANMA VE SONUÇLARI

Bu makale içerisinde Türk Medeni Kanunu' na göre boşanmanın nedenleri ile boşanmanın sonuçları olan nafaka, maddi ve manevi tazminat, mal paylaşımı ve çocuklarla şahsi ilişkinin kurulmasına dair detaylı bilgilendirme ve araştırmaları bulabilirsiniz.

BOŞANMANIN NEDENLERİ

A. ÖZEL BOŞANMA NEDENLERİ

  •         ZİNA ( TMK md. 161 )
  •         HAYATA KAST, PEK KÖTÜ VE ONUR KIRICI DAVRANIŞ (TMK md. 162 )
  •         SUÇ İŞLEME VE HAYSİYETSİZ HAYAT SÜRME ( TMK md. 163 )
  •         TERK ( TMK md. 164 )
  •         AKIL HASTALIĞI ( TMK md. 165 )


1. ZİNA

Türk Medeni Kanunu 161. maddesi ile hüküm altına alınmıştır.Buna göre:

“Eşlerden birisi zina ederse diğer eş boşanma davası açabilir. Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrendiği tarihten itibaren altı ay ve her halde zina eyleminin üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer. Affeden tarafın dava hakkı yoktur.”

AÇIKLAMALAR

Zina, kişinin bilerek ve isteyerek kendi irade serbestîsi ile karşı cinsten biri ile bir defa dahi olsa cinsel ilişkide bulunmuş olmasıdır. Zina mutlak boşanma nedenidir.

Bu nedenle “zina” nedeniyle boşanma davası açan kişi, davası reddedilmiş olsa bile sonrasında evlilik birliğinin sarsılması nedeni ile boşanma davası açabilecektir. [1]

Ayrıca zina hem özel hem de genel bir boşanma nedeni olduğundan, eş dilerse aynı dava içerisinde zina nedeni ile boşanma sebebini dilerse hem zina nedeni ile hem de evlilik birliğinin sarsılması nedeni ile boşanma davası açabilecektir. [2]

Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrendiği tarihten itibaren altı ay ve her halde zina eyleminin üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer.

Süre, zinanın tek bir eylem halinde olması durumunda olay tarihinden itibaren, devam eden zina ilişkisinde ise en son eylemin yani cinsel ilişkinin gerçekleştiği tarihten itibaren başlar.[3]

Buradaki süreler hak düşürücü süreler olduğundan hâkim sürelere uyulup uyulmadığını kendiliğinden gözetecektir.
Zina eylemini affeden kişinin dava hakkı yoktur. August Egger’a göre af, “ zihniyetteki bir tahavvülden, mağdur eşin kendisine yapılan haksızlığı, içinde yenmesinden ibarettir.” [4] Af kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olup afta temsil kurumu yoktur. Affetmenin geçerli olabilmesi için serbest bir irade ürünü olması gerekmektedir. Bu nedenle affeden eşin ayırt etme gücünü yitirmemiş olması gerekir. Bununla birlikte af, açık olabileceği gibi zımni de olabilir.
Zina davasında, ispat yükü genel kural gereğince davacıdadır.

Ancak zina için olayın suçüstü olması gerekmez, zina yapıldığına dair kuvvetli delil ve emarelerin olması halinde tarafların zina yaptığı kabul edilir. [5]

2. HAYATA KAST, PEK KÖTÜ VE ONUR KIRICI DAVRANIŞ

Türk Medeni Kanunu 162. maddesi ile hüküm altına alınmıştır. Buna göre:

“Eşlerden her biri diğeri tarafından hayatına kastedilmesi veya kendisine pek kötü davranılması ya da ağır derecede onur kırıcı bir davranışta bulunulması sebebiyle boşanma davası açabilir. Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her halde bu sebebin doğumunun üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer. Affeden tarafın dava hakkı yoktur.”

AÇIKLAMALAR

Hayata kast, eşlerden biri tarafından diğerini öldürmek amacı ile yapılmış davranışlardır. Kasta dayanmayan davranışlar dikkate alınmadığı gibi öldürme tehdidi de hayata kast sayılmamaktadır. Ayrıca eş dışındaki kişilere ( örneğin, eşin anne, baba veya kardeşlerine ) yönelen eylemler TMK. 162. madde kapsamında değil, “suç işleme” veya “genel geçimsizlik sebebi” kapsamında düşünülecektir. [6]
Yargıtay yerleşik içtihatlarında da belirtildiği üzere,

“Pek kötü davranış manevi şekilde sözlü veya yazılı olarak yapılabilecektir. Önemli olan eylemin doğrudan eşin namus ve şerefine yöneltilmiş olmasıdır.”[7]

Pek kötü veya onur kırıcı davranış nedeniyle boşanmaya karar verilebilmesi hususu, boşanma hukukunun ilkelerinden olan “re’sen araştırma ilkesi, yargılamanın hâkim tarafından yürütülmesi ilkesi, hâkimin aydınlatma ödevi, hâkim hukuku re’sen uygular ilkesi ve hâkimin delilleri serbestçe takdir etmesi, vicdani kanaat sistemi, boşanma yargılamasında rasyonel amaç”ilkeleriyle birlikte değerlendirilecek ve eşlerin sosyal, kültürel ve eğitim durumları ile yaşadıkları çevre, yöresel davranış biçimleri, örf ve adetler dikkate alınarak hâkim tarafından takdir edilecektir.
Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre;

“Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış mutlak boşanma sebeplerindedir. Bu nedenledir ki ayrıca ortak hayatın bu nedenlerden dolayı diğer eş için çekilmez bir duruma gelmiş olup olmadığının hâkim tarafından araştırılmasına gerek yoktur.”[8]

3. SUÇ İŞLEME VE HAYSİYETSİZ YAŞAM SÜRME

Türk Medeni Kanunu 162. maddesi ile hüküm altına alınmıştır. Buna göre:

“Eşlerden biri küçük düşürücü bir suç işler veya haysiyetsiz bir hayat sürer ve bu sebeplerden ötürü onunla birlikte yaşaması diğer eşten beklenemezse, bu eş her zaman boşanma davası açabilir.”

AÇIKLAMALAR

Maddede “küçük düşürücü suç”un tanımı yapılmamıştır. Ancak 1982 Anayasası 76. maddesi altında düzenlenen “Milletvekili Seçilme Yeterliliği”nde bu suçlar tahdidi olarak sayılmıştır. Şöyle ki; “taksirli suçlar hariç toplam bir yıl veya daha fazla hapis ile ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar; zimmet, ihtilâs, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla, kaçakçılık, resmî ihale ve alım satımlarına fesat karıştırma, devlet sırlarını açığa vurma,terör eylemlerinet katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçları”. Maddedeki bu kavram hem yüz kızartıcı hem de bu nitelikte olmayan diğer cürümleri kapsamaktadır. Bu şekilde bir suç işleyen eşin ceza kovuşturmasına uğraması da şart değildir. Bu suçlardan birinin evlilik birliği devam ederken işlenmiş olması ve birlikte hayat sürmenin çekilmez olması yeterlidir.

“Nitekim evlilik öncesi işlenen ve evlendiği eşinin de haberdar olduğu bir suç dolayısıyla boşanma davası açılamaz. Ki bu husus dürüstlük kurallarına aykırılık teşkil etmektedir.”[9]

Haysiyetsiz hayat sürmede ise toplumun değer yargıları ile bağdaşmayan, toplumca hoş görülmeyen ve ayıplanan davranış içerisinde olmak ve bu davranışların devamlılık arz etmesi gerekmektedir. Her iki suç nedeni ile kanunda hak düşürücü süre öngörülmediğinden bu sebeplerden herhangi bir ile her zaman boşanma davası açılabilecektir.

4. TERK

Türk Medeni Kanunu 164. maddesi ile hüküm altına alınmıştır. Buna göre:
“Eşlerden biri, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla diğerini terk ettiği veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmediği takdirde ayrılık, en az altı ay sürmüş ve bu durum devam etmekte ve istem üzerine hâkim tarafından yapılan ihtar sonuçsuz kalmış ise; terk edilen eş, boşanma davası açabilir. Diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır.
Davaya hakkı olan eşin istemi üzerine hâkim, esası incelemeden yapacağı ihtarda terk eden eşe iki ay içinde ortak konuta dönmesi gerektiği ve dönmemesi halinde doğacak sonuçlar hakkında uyarıda bulunur. Bu ihtar gerektiğinde ilan yoluyla yapılır. Ancak, boşanma davası açmak için belirli sürenin dördüncü ayı bitmedikçe ihtar isteminde bulunulamaz ve ihtardan sonra iki ay geçmedikçe dava açılamaz.”


AÇIKLAMALAR

Terk edilen eş boşanma davası açmadan önce Aile Mahkemesine başvurarak ihtar talep etmelidir. İhtar talep edebilmek için terk edildiği tarihten itibaren en az 4 ayın tamamlanmış olması gerekir. Aile mahkemesi terk eden eşe ortak konuta dönmesi için iki aylık süre verir. Adresi tüm aramalara rağmen tespit edilemeyen eşe ihtarname ilanen yapılacaktır. İlanen tebliğ son ilan tarihinden itibaren 15 gün sonra yapılmış sayılır. İhtarnamenin davanın açıldığı yer mahkemesinden istenmesi taraflara ileride kolaylık sağlayacaktır. Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre:

“İhtarname gönderilerek eve davet edilen eşin bütün kusurlu davranışları bağışlanmış olduğu kabul edilir. Dolayısıyla terk nedenine dayalı boşanma davasında diğer boşanma nedenleri ileri sürülerek boşanma talebinde bulunulamaz.”[10]

Son olarak ihtarnamede davet edilen konutun adresi bildirilmeli, konut açık ve konuta girişin temini sağlanmalıdır. Ayrıca kişi davet edildiğinde, davet edildiği adrese göre yol gidiş ve her ihtimale karşılık dönüş masraflarında karşılanması gerekmektedir. Terk edilen eş baştaki 4 ay ve ihtarnamenin tebliğinden itibaren 2 ay olmak üzere, toplam 6 ay eve dönmediği takdirde terk nedeni ile boşanma davası açabilecektir.

“Terk nedeni ile açılan davada Medeni Kanunda belirtilen diğer boşanma nedenlerine dayanarak boşanmaya karar verilemez.”[11]

5. AKIL HASTALIĞI

Türk Medeni Kanunu 165. maddesi ile hüküm altına alınmıştır. Buna göre:

“Eşlerden biri akıl hastası olup da bu yüzden ortak hayat diğer eş için çekilmez hale gelirse, hastalığın geçmesine olanak bulunmadığı resmi sağlık kurulu raporuyla tespit edilmek koşuluyla bu eş boşanma davası açabilir.”

AÇIKLAMALAR

Akıl Hastalığı nedeniyle boşanma davası açma imkânı “sağlıklı” eşe verilmiştir. Açılan bir davada gerek dava ve gerekse taraf ehliyeti kamu düzeni ile ilgili olduğundan hâkim tarafından kendiliğinden dikkate alınacaktır. Dava akıl hastası olduğu iddia edilen eşe yöneltilir. Davaya bakan mahkeme akıl hastası olduğu iddia edilen davalı durumundaki eşe kanuni temsilci tayin edilmek üzere Sulh Hukuk Mahkemesine yazı yazacak ve bu durum bekletici mesele yapılacaktır.

“Akıl hastalığı nedeniyle boşanma davası tayin edilen ve davada temsil izni verilen kanuni temsilci vasıtasıyla yürütülecektir.”[12]

Ayrıca daha önce kısıtlanarak kendisine vasi tayin edilmiş olan eşin kanuni temsilcisi, davacı veya davalı olsun duruşmalarda temsilcisi olduğu eşi temsil edebilmesi için Sulh Hukuk Mahkemesi hâkiminden izin almalıdır.

B. GENEL BOŞANMA NEDENLERİ

  •         EVLİLİK BİRLİĞİNİN SARSILMASI ( TMK md. 166/1–2 )
  •         ANLAŞMALI BOŞANMA ( TMK md. 166/3 )
  •         ORTAK HAYATIN YENDEN KURULAMAMASI SEBEBİ İLE BOŞANMA ( TMK md. 166/4 )

1. EVLİLİK BİRLİĞİNİN SARSILMASI

Türk Medeni Kanunu 166/1. maddesi ile hüküm altına alınmıştır. Buna göre:
“Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir."

AÇIKLAMALAR

Evlilik birliğinin sarsılması nedeniyle açılan boşanma davasında 4/5/1988 tarih ve 3444 sayılı Kanun ile yapılan düzenleme ile birlikte davacının kusursuz olması ya da daha az kusurlu olması şartı ortadan kalkmıştır. “Eşlerden her ikisi de kusurlu olabileceği gibi, her ikisi de kusursuz olabilir. Önemli olan açılan boşanma davasında ağır kusurlu olmamaktır.”[13]

Taraflardan birinin kusurun diğerine üstün tutmanın mümkün olmadığı durumlarda ise taraflar eşit kusurlu sayılarak boşanmaya karar verilecektir. Bu nedenle açılacak davada evlilik birliğini temelinden sarsan olayların sabit olması ve bu olayların iddia eden tarafça kanıtlanması gerekir. Aksi takdirde açılan davanın reddi gerekmektedir.

“Yıkanmaktan kaçınma, kadının rızası dışında meydana gelen ırzına geçilme, eşler arasında cinsel uyum ve doyumun sağlanamaması, ev işlerini yapmama, ağız ve vücut kokusu” Yargıtay içtihatları ile hüküm altına alınan evlilik birliğinin sarsılması nedeniyle boşanma sebeplerine örnek gösterilebilir. Buna karşılık “çocuklarının olmaması, bağımsız konut sağlamama, kadının çalışmak istemesi” evlilik birliğinin sarsılması nedeniyle boşanma nedenlerinden sayılmamaktadır.

Kanun 166. maddenin 2. fıkrasında “Açılan Davaya İtiraz ve Hakkın Kötüye Kullanılması” hususunu düzenlemiştir. Buna göre:

“Yukarıdaki fıkrada belirtilen hallerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.”

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 02.12.1991 tarihli, 1991/12450 Esas ve 1991/14351 Karar sayılı ilamı bu hususa örnek teşkil eder. Şöyle ki:

“Aynı evde oturmakla birlikte çok uzun süre birbirleri ile bağlantı kurmayan ve konuşmayan eşlerden birinin açtığı boşanma davasına diğer eşin karşı çıkması hakkın kötüyü kullanılması niteliğindedir.”[14]

2. ANLAŞMALI BOŞANMA

Türk Medeni Kanunu 166/3. maddesi ile hüküm altına alınmıştır. Buna göre:

“Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi halinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu halde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü halinde boşanmaya hükmolunur. Bu halde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz.”

AÇIKLAMALAR

Anlaşmalı boşanma davasında, ilgili madde gereğince taraflar aynı dilekçe ile müracaat ederse; hem davacı hem de davalı sıfatına haizdirler. Anlaşmalı boşanma davasında, taraflar bir konuda dahi anlaşamamışlarsa hâkim anlaşmalı boşanmaya karar veremeyecektir. Davada taraflar boşanmanın mali sonuçları hakkında üzerinde anlaştıkları anlaşma metnini mahkemeye sunabilecekleri gibi, yapılan anlaşma duruşma tutanağa geçirilerek altını imzalayabileceklerdir.
“Anlaşmalı boşanma davasında yoksulluk nafakası verileceğine dair bir anlaşma mevcut değilse yani yoksulluk nafakası istenmedikçe boşanma kararının kesinleşmesi ile bu karar boşanma ve boşanmanın feri sonuçları hakkında kesin hüküm teşkil edeceğinden daha sonra yoksulluk nafakası istenemez.”[15]

3. ORTAK HAYATIN YENİDEN KURULAMAMASI SEBEBİ İLE BOŞANMA

Türk Medeni Kanunu 166/4. maddesi ile hüküm altına alınmıştır. Buna göre:

“Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi halinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir.”

AÇIKLAMALAR

İlgili maddede belirtilen koşulların gerçekleşmesi halinde “eşlerden birinin istemi üzerine” boşanmaya karar verilecektir. Böylece Kanun Koyucu önceki davadaki sıfatlarına, haklı ya da haksız olmalarına bakılmaksızın eşlerin her ikisine de davacı olabilme sıfatı tanımıştır. Ayrıca açılan dava feragat nedeniyle reddedilmiş olsa dahi ret kararının kesinleşmesinden itibaren 3 yıl içerisinde taraflar bir araya gelemediklerinden boşanmaya karar verileceği Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararıyla hüküm altına alınmıştır.
“Feragat ve kabul, kesin hükmün hukuki neticelerini hâsıl eder. Feragat beyan tarihinde hukuki sonucunu doğurur. Feragat üzerine verilen kararın taraflara tebliği suretiyle şekli kesinleşmesini beklemeye gerek yoktur.
Tarafların önce görülen ve feragat nedeniyle ret edilen davanın kesinleşmesinden itibaren yaşamlarını fiilen ayrı sürdürdükleri ve 3 yıl bir araya gelmedikleri sübuta erdiğinden, boşanmaya karar verilmesi gerekir.” [16]

NAFAKA

Türk Medeni Hukukunda nafaka, genel olarak bakım nafakası ve yardım nafakası olarak ikiye ayrılır.[17] Bakım nafakası ise kendi içerisinde tedbir nafakası, yoksulluk nafakası ve iştirak nafakası olmak üzere üçe ayrılır.

A. BAKIM NAFAKASI

  •         TEDBİR NAFAKASI
  •         YOKSULLUK NAFAKASI
  •         İŞTİRAK NAFAKASI

1. TEDBİR NAFAKASI

1.1 BOŞANMA VE AYRILIK DAVASINDA HÜKMEDİLECEK TEDBİR NAFAKASI

Türk Medeni Kanunu 169. maddesi ile hüküm altına alınmıştır. Buna göre:

“Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re'sen alır.”

AÇIKLAMALAR

Boşanma davası sırasında hâkim eşlerin ve çocukların zarar görmelerine engel olacak geçici önlemleri alacaktır. Bunlardan; eşlerin ve çocukların geçim ve bakımları için öngörülen önleme, “tedbir nafakası” denmekte ve bu kavram boşanma davasının açılmasından kararın kesinleşmesine kadar olan yargılama sürecinde hâkim tarafından tayin ve takdir olunan belli miktar geçim parasını ifade etmektedir. [18]

“Nafaka, geçinebilmek için zorunlu bir miktar para olduğundan, talep olmasa dahi hâkim re’sen tedbir nafakasına hükmetmekle, gerekli önlemleri almakla yükümlüdür.” [19]

“Tedbir nafakasına dava tarihinden geçerli olmak üzere karar verilmesi gerekir. Ne var ki boşanma davasında açıkça nafaka istemediğini beyan eden eş lehine tedbir nafakasına hükmedilmeyecektir.” [20]


Ancak eş, kendisi için tedbir nafakası istemediğini, sadece çocukları için tedbir nafakası istediğini belirtmiş ise, çocukların lehine tedbir nafakasına karar verilebilir. Ayrıca davadan feragat halinde tedbir nafakasına feragat tarihine kadar hükmedilebilinecektir.

İlgili maddede kusurdan bahsedilmemiştir. Nitekim Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarında da belirtildiği üzere boşanma davası devam ederken verilecek tedbir nafakasında kusur önem taşımayacaktır.

Tedbir nafakası miktarı belirlenirken, barınma, yiyecek, giyecek, eğitim, öğretim, tedavi, cep harçlığı ve sigorta primleri gibi giderler dikkate alınacak ve eşlerin ekonomik ve sosyal durumları ile hakkaniyet esasları göz önünde bulundurulacaktır. Nafakaya Türk Lirası üzerinden karar verilecektir. Ancak tarafların açıkça anlaşmaları halinde yabancı para üzerinden de karar verilebilecektir. Nafakaya ilişkin ilamlar hukuki bakımdan mutlak anlamda kesin hüküm teşkil etmediğinden tarafların ekonomik ve sosyal durumlarındaki değişime göre nafaka miktarı arttırılabilecek veya azaltılabilecektir. Yine bu artırım veya azaltma kararı dava tarihi itibariyle hüküm ifade edecektir.

Son olarak, çocuk için hükmedilen tedbir nafakası, çocuk ergin oluncaya kadar devam eder. Çocuğun ergin olduğu tarihte tedbir nafakası kendiliğinden ortadan kalkar.

“Ergin olan çocuk lehine ise tedbir nafakasına karar verilmez.”[21]

2. YOKSULLUK NAFAKASI

Türk Medeni Kanunu 169. maddesi ile hüküm altına alınmıştır. Buna göre:
“Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.”

AÇIKLAMALAR

Yoksulluk nafakası için 3 koşulun bulunması gerekir. Birincisi talep olması, ikincisi talep eden eşin boşanmaya sebep olan olayda diğer eşten daha ağır kusuru olmaması, üçüncüsü nafaka isteyenin boşanma yüzünden yoksulluğa düşmüş veya düşecek olması gerekir.
Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek olan eş, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla diğer taraftan mali gücü oranında herhangi bir süre ile sınırlı olmaksızın yoksulluk nafakası isteyebilecektir. Bu durumda nafaka yükümlüsünün kusurlu olmaması nafaka verilmesi açısından önem taşımaz. Önemli olan nokta, kusuru daha ağır olan eş lehine nafakaya hükmedilemeyeceğidir. Tarafların kusurlarını birbirine üstün tutmanın mümkün olmadığı durumlarda ise yoksulluk nafakasına karar verilmesi gerekir. Boşanma davası sırasında karar verilinceye kadar davanın her safhasında yazılı veya sözlü olarak yoksulluk nafakası talebinde bulunulabilinecektir. Dava sırasında istenilen yoksulluk nafakası, boşanmanın feri niteliğinde olduğundan ayrıca harca tabi değildir. Bunun yanında boşanma kararının kesinleşmesinden itibaren 1 yıl içinde de yoksulluk nafakası dava edilebilir.
Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre:
“Asgari ücretin altında geliri olan kimse yoksul sayılacaktır.” [22]
“Kendisi yoksul olan eş, yoksulluk nafakası ödemekle yükümlü olmayacaktır.” [23]

Kanun 176. maddede “Tazminat ve Nafakanın Ödenme Biçimi” hususunu düzenlemiştir. Buna göre:

“Maddi tazminat ve yoksulluk nafakasının toptan veya durumun gereklerine göre irat biçiminde ödenmesine karar verilebilir.

Manevi tazminatın irat biçiminde ödenmesine karar verilemez.

İrat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminat veya nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü halinde kendiliğinden kalkar; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi halinde mahkeme kararıyla kaldırılır.

Tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir.

Hâkim, istem halinde, irat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminat veya nafakanın gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir.”


İlgili Kanun hükmünde de belirtildiği üzere yoksulluk nafakasının toptan veya durumun gereklerine göre irat biçiminde ödenmesi kararı hâkimin takdirindedir. Taraflar da yapacakları bir sözleşme ile yoksulluk nafakasının toptan veya bir irat biçiminde ödenmesi yollarından birini seçebilirler. Taraflar arasında yapılan bu sözleşmenin geçerlilik kazanıp, hukuki sonuçlar doğurabilmesi için hâkim tarafından tasdik edilmesi gerekmektedir. [24] Ayrıca taraflar arasında açıkça anlaşma sağlanamadıkça nafakanın yabancı para üzerinden ödenmesine karar verilemeyecektir.

Hâkimin, yoksulluk nafakasının toptan ödenmesine karar vermesi halinde, nafakanın ödenmesi ile nafaka alacağı sona erecektir. Toptan olarak nafakaya karar verilmiş ve karara bağlanan miktar alacaklıya ödenmemişse, alacaklının ölümü halinde bu konuda istemde bulunma hakkı mirasçılara geçecektir. [25]

Yoksulluk nafakasının irat biçiminde ödenmesine karar verilmişse, nafaka alacağı kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olduğundan mirasçılara geçmez. Nafaka alacaklısının ölümü ile anında kendiliğinden sona erer. Mirasçılar bu tarihe kadar tahsil edilmeyen irat varsa yalnız onu isteyebilir, yoksa ölüm tarihinden sonrası için herhangi bir istemde bulunamazlar. [26]

İrat biçiminde ödenmesine karar verilen yoksulluk nafakası, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü halinde kendiliğinden kalkar. Alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması, nafaka yükümlüsünün ödeme gücünün ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi halinde ise ancak mahkeme kararı ile kaldırılır. Bununla birlikte lehine yoksulluk nafakası hükmedilen kişi, yoksulluk nafakası almakta iken kendisini yoksulluktan kurtaracak düzeyde gelir getiren bir işe girdikten sonra o işten kendi isteği ile çıkması veya kendi isteği dışında çıkarılması durumunda da artık yoksulluk nafakası isteyemeyecektir.

3. İŞTİRAK NAFAKASI

Türk Medeni Kanunu 182 maddesi 2. ve 3. fıkraları ile hüküm altına alınmıştır. Buna göre:
“Velayetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlak bakımından yararları esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır.
Hâkim, istem halinde irat biçiminde ödenmesine karar verilen bu giderlerin gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir.”


AÇIKLAMALAR

Çocuğun velayeti kendisine verilmiş olan taraf ona bakmak, onu beslemek ve barındırmakla yükümlüdür. Buna karşılık çocuğun velayeti kendisine verilmeyen taraf, mali gücüne göre ve hâkimin belirleyeceği miktarda, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine katılmak zorundadır. Hâkim tarafından belirlenen bu nafakaya “iştirak nafakası” denir. İştirak nafakası, barınma, giyinme, eğitim, sağlık ve ulaşım gibi zaruri giderlerden oluşur.

İştirak nafakası boşanma davasının eki niteliğinde olduğundan dava sırasında her zaman istenebileceği gibi nafaka için talep gerekli olmayıp, hâkim tarafından kendiliğinden de karar verilebilecektir. Bununla birlikte Yargıtay’a göre,

HUMK. 74. Maddesi “Hâkim istekten başkasına ve fazlasına hükmedemez.” uyarınca davacının talebinde bildirdiği miktar aşılamayacaktır.[27]

İştirak nafakasının özelliği gereği nafaka irat biçiminde Türk Lirası üzerinden hükme bağlanır. Taraflar arasında anlaşma olmadıkça yabancı para üzerinden nafakaya karar verilemez.

Yargıtay’a göre, çocuğun gelirinin yeterli olması halinde ana veya baba çocuğu iştirak nafakası vermek zorunda değildir. Çocuğun kendi geliri ihtiyaçlarını karşılayacak ölçüde ise veya çocuk daha ergin olmadan bir gelire kavuşmuş veyahut da çocuk hayatını kazanmaya başlamışsa, iştirak nafakasına karar verilemez. Çalışamayacak durumda olan, malı ve geliri bulunmayan anne veya baba iştirak nafakası ile sorumlu tutulamaz. [28]

Kanun 331. maddede “Durumun Değişmesi” hususunu düzenlemiştir: Buna göre:

“Durumun değişmesi halinde hâkim, istem üzerine nafaka miktarını yeniden belirler veya nafakayı kaldırır.”

Buna göre gerek iştirak gerekse yoksulluk nafakasının artırılması veya azaltılması, ödeme gücü, hayat koşullarının değişmesi nedeniyle hâkim tarafından belirlenen nafaka miktarının belirlenmesi veya nafakanın tamamen kaldırılması mümkündür. Yargıtay’a göre:

“Nafakanın artırılması veya azaltılmasına dair tarafların istemlerinin mahkeme tarafından kabulü halinde bu yeni miktar, dava tarihinden geçerli olmak üzere hükme bağlanacaktır.” [29]

Son olarak, iştirak nafakası boşanma hükmünün kesinleşmesi ile başlar, lehine nafaka bağlanan çocuğun ergin olmasına kadar devam eder. Ayrıca diğer bir sona erme nedeni ise, çocuğun vefatıdır.

B. YARDIM NAFAKASI

AÇIKLAMALAR

Kanun koyucu, Türk Medeni Kanunu 2. Bölümünde “AİLE” yi düzenlemiş. Ve Birinci Ayırımda “NAFAKA YÜKÜMLÜLÜĞÜ” nü hüküm altına almıştır ( TMK 364, 365, 366. Maddeleri ). Bu düzenleme ile aile fertlerinin birbirlerine yardım etmelerini, sadece ahlaki bir yükümlülük olarak kalmasına müsaade etmemiş, bunu hukuki bir yükümlülük haline getirmiştir.

Kural olarak, anne ve babanın çocuğa karşı olan borcu çocuğun ergin olmasına kadar devam eder ve çocuğun ergin olması ile sona erer. Ergin olan çocuk kanundaki şartlar varsa, artık yardım nafakası talep edebilecektir.

“Yardım nafakası talebi, kanuni bir hakkın kullanımı niteliğinde olup, aleyhine dava açılan kişi tarafından manevi tazminat istemine konu edilemeyecektir.” [30]

Yardım nafakası, sadece çekirdek aile içerisinde değil üstsoy, altsoy ile kardeşler için de karşılılık esasına dayanabilir. Bununla birlikte nafaka isteminde bulunma hakkına sahip olan kimseye, resmi veya kamuya yararlı bir kurumda bakılmakta ise, bu kurum veya bu kurumun bağlı olduğu idare, nafaka yükümlüsü olan kimseden yardım nafakası isteminde bulunabilir. Yardım nafakası için 2 koşulun bulunması gerekmektedir. Birincisi, istemde bulunulması, ikincisi, yoksulluk hali ki burada kişinin yoksul olmasının yanında yardım almadığı takdirde yoksulluğa düşecek olması hali de dikkate alınacaktır. Bu halin, gerçek ve samimi olması gerekir. Örneğin kişi devam zorunluluğu olmayan bir okulda okuduğu takdirde pekâlâ çalışarak geçimini sağlayabilecektir, böylesi bir durumda yardım nafakasının hakiki olduğu söylenemez.

Mahkeme tarafından karara bağlanan yardım nafakasının başlangıcı, nafakaya ilişkin kararın verildiği tarih değil, nafaka davasının açıldığı tarihtir. Aynı şekilde, nafakanın artırılması veya azaltılması halinde de nafakanın başlangıç anı, arttırma veya azaltma istemleri doğrultusunda davanın açıldığı tarihtir.[31]

Kanunda Yardım Nafakasının eda biçimi ve zamanı hükme bağlanmamış olup, Yargıtay’ın yerleşik kararlarına göre nafaka gerekli koşulların gerçekleşmesi halinde aylık belli bir miktar paranın davalılardan alınarak davacıya verilmesi şeklinde olacak, toptan ödeme mümkün olmayacaktır. [32]

Son olarak Yardım Nafakası, alacaklının ya da borçlunun ölümü ile kendiliğinden sona erecektir. Yardım nafakası almakta olan şahsın evlenmesi halinde de yardım nafakası sona erer. Nafaka alacaklısının herhangi bir şekilde yoksulluğu sona erer veya kendisi çalışabilecek duruma gelirse yine yardım nafakası sona erecektir. Mahkeme tarafından evlatlık ilişkisinin butlan veya iptaline karar verilmesi halinde, bu kararın kesinleştiği tarihten itibaren evlatlık bağlılığının istikbale ait bütün hükümleri sona erecektir. Bu hususta ayrıca bir mahkeme hükmüne gerek olmaksızın kararın icra dairesine ibrazı yeterli olacaktır. [33]

MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT

Türk Medeni Kanunu 174. maddesi ile hüküm altına alınmıştır. Buna göre:
“Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir.
Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.”


AÇIKLAMALAR

Maddi ve manevi tazminat talepleri boşanma davası içerisinde ileri sürülebileceği gibi boşanma kararının kesinleşmesinden sonra bir yıl içinde harç verilmek suretiyle de ileri sürülebileceklerdir. Bununla birlikte tazminat hakkından feragat eden eş, gerek aynı gerekse ayrı bir dava da tazminat talebinde bulunamayacaktır. Boşanmadan sonra açılacak nafaka davalarında ( MK. Md 177 ) ve mal rejimin tavsiyesi ( MK. Md. 214 ) davalarında yetkiyi özel olarak düzenleyen kanun koyucu, maddi ve manevi tazminat davaları için özel bir yetki hükmü vazetmemiştir. Bu nedenle yetki hususunda genel usul hükümlerine ( HUMK. md. 9 ) başvurmak gerekir.[34]

MADDİ TAZMİNATA İLİŞKİN AÇIKLAMALAR

Maddi tazminat boşanmanın fer’i niteliğinde olmasına rağmen “hâkimin taleple bağlılık ilkesi” gereği boşanmaya temel alınan vakıalarda kusurun tümünün davalıda bulunması ve davacı lehine maddi tazminat koşullarının gerçekleşmesi halinde bile, davacının talebi yoksa hâkim maddi tazminata hükmedemeyecektir. Bununla birlikte usul hukuku gereği talebin açık ve belirgin olması gerekmektedir. Miktarın hiç belirtilmemesi veya maddi ve manevi tazminat istekleri için tek bir rakam gösterilmesi halinde hâkim, aydınlatma görevinin ( HUMK. Md 75/2) gereği bu hususları talep sahibine açıklattıracaktır.
Ayrıca maddi tazminat talebinde bulunulabilinmesi için önceki Medeni Kanundaki düzenlemeden farklı olarak kusursuz olma şartı kaldırılmıştır. Buna göre, davacı eşin maddi tazminata hak kazanabilmesi için boşanmaya yol açan olaylarda ya tamamen kusursuz ya da kusuru var ise bunun davalı kusurundan az olması şarttır.
“Eşlerin eşit kusurlu olmaları halinde kanunda belirtilen diğer koşullar olmak kaydıyla yoksulluk nafakası istenebilirken, maddi tazminat istemi söz konusu olmayacaktır.” [35]
Ayrıca eşin talepte bulunması için maddede de belirtildiği üzere beklenen yahut mevcut menfaatlerin zarara uğraması gerekmektedir. Beklenen menfaatten kasıt, evlilik birliğinin devam etmesi halinde büyük olasılıkla doğacak olan maddi menfaatlerden, boşanma nedeniyle yoksun kalınmasıdır.
Maddi tazminatın irat biçiminde ödenmesine karar verilmesi halinde, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ve taraflardan birinin ölümü ile tazminat kendiliğinden kalkacaktır. Alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen birlikte yaşaması, alacaklının haysiyetsiz hayat sürmesi halinde ise tazminatın mahkeme kararı ile kaldırılmasına karar verilecektir.

MANEVİ TAZMİNATA İLİŞKİN AÇIKLAMALAR

Tarafların talepleri olmadıkça hâkim maddi tazminatta olduğu gibi manevi tazminata da re’sen hükmedemeyecektir. Talebin şekli, süresi ve harç bakımında manevi tazminat istemleri maddi tazminat istemlerinde olduğu gibidir. Manevi tazminat miktarı belirlenirken hâkim hakkaniyet ilkesine göre fiilin ağırlığı ile neticesini birlikte değerlendirecektir. Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre:

“Manevi tazminat isteyebilmek için her şeyden önce boşanmaya sebep olan olaylarda kişilik hakları zedelenmiş olmalıdır. Kişinin yaşamı, sağlığı, onuru, saygınlık ve özgürlük kişilik hakları zedelenmiş sayılır. Diğer eşin, kusurlu olması gerekir.” [36]

“Manevi tazminat irat olarak istenemez. Toplu olarak istenir. Manevi tazminat istemi ile birlikte faiz isteminin de söz konusu olması halinde, boşanma kararının kesinleştiği tarihten faize karar verilir.”[37]

VELAYET

A. VELAYETİN DÜZENLENMESİ

Türk Medeni Kanunu 182 maddesi 1. fıkrası ile hüküm altına alınmıştır. Buna göre:
“Mahkeme boşanma veya ayrılığa karar verirken, olanak bulundukça ana ve babayı dinledikten ve çocuk vesayet altında ise vasinin ve vesayet makamının düşüncesini aldıktan sonra, ana ve babanın haklarını ve çocuk ile olan kişisel ilişkilerini düzenler.”
Ayrıca Türk Medeni Kanunu Altıncı Ayırımında “Velayet” kapsamlı olarak düzenlenmiştir.

AÇIKLAMALAR

Öğretide yapılan tanıma göre velayet: “Ana ve/ya babanın korunmayı gereksinen küçük ya da kısıtlı, evlilik içi ya da evlilik dışı çocuklarına bakımına, gereksinimlerinin karşılanmasına, çıkarlarının korunmasına, onların mallarının yönetilip değerlendirilmesine ve çocukların temsiline ilişkin hakların ve yükümlülüklerin toplamıdır.” [38] Medeni Hukuk sistemimize göre çocuk ergin oluncaya veya ergin kılınıncaya kadar ana ve babasının vesayeti altındadır. Yasal sebep olmadıkça velayet ana ve babadan alınamaz ve ergin olan çocuk için velayet düzenlenmeyecektir ( MK. md 335/1 ).

Çocuğun kişi varlığının korunması ( MK. md. 339, 340, 341 ), çocuk mallarının korunması ( MK. md. 352 – 363 ), çocuğun teslim edilmesi ( MK. md. 342 ) velayetin kapsamındadır.

Hâkim, velayete ilişkin karar verirken, öncelikli olarak çocuğun yüksek çıkarını gözetecektir. Bu hususta Türk Medeni Kanunu’ndaki düzenlemelerin yanında Milletlerarası Sözleşmeler’ den “Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, Avrupa Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, Küçüklerin Korunmasına Dair Sözleşme ve Çocukların Velayetine Dair Sözleşme” ler de büyük önem taşımaktadır. Velayetin en üst özelliği, insana özellikle çocuğa, çocuk dünyasına, eğitimine, bakım ve gözetimine yönelik olmasıdır, velayetin bütün ağırlığı bu noktada toplanır.[39] Bu bağlamda, çocuğun yaşı, gelişim durumu, öğrenim durumu ve gereksinimlerine göre anne babadan hangisinin yanında kalmasının daha uygun olacağı; çocuğun boşanma öncesinde ve dava evresinde hangi ebeveyn ile daha tatminkâr duygusal ilişki içinde olduğu; sosyal, ekonomik durumları ve eğitim düzeyleri itibariyle ana babadan hangisinin çocuk yetiştirme konusunda daha yeterli performansa sahip olduğu; velayetin verileceği ana veya babanın yaşadığı sosyal çevrenin, çocuğun ruhsal, bilişsel ve ahlaki gelişimine zarar verecek unsurları taşıyıp taşımadığı, hususlarında gerekli araştırmaları yapacak ve taraflarca sunulacak ve re’sen getirtilecek tüm delilleri toplayarak uzman görüş ve raporlarından yararlanmak suretiyle karar verecektir.

Velayet konusunda hâkim, tarafların iddia ve savunmaları ile bağlı olmayıp re’sen çocuk için en yararlı ve iyi olanı yapmak zorundadır. 1982 Anayasası’nın 41 ve Medeni Kanunun 346, 347, 348 ve 404 maddelerinde yer alan kurallarda açıklandığı üzere çocukların korunması kamu düzenine ilişkin olup, boşanma ve ayrılık vukuunda hâkim müşterek çocukların velayet haklarının kullanılması biçimi ile çocuklarla, ana babanın şahsi ilişkilerine dair gerekli düzenlemeleri, boşanma kararının bir sonucu olarak ve görevi gereği re’sen gözetmek zorundadır. [40] Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre:

“Velayete ilişkin kararlar kamu düzeni ile ilgili olduğundan, tarafların veya çocuğun yaşamlarında meydana gelen önemli değişikliklere göre zaman içinde, farklı çözüm tarzlarına bağlanabilecektir. Bu nedenle; ‘velayet ile ilgili mahkeme kararları’ kesin hüküm teşkil etmez.” [41],

“Velayeti anne ve babası tarafından istenmeyen zekâ özürlü çocuğun koruma altına alınması gerekir.” [42],

“Çocuğun ana sevgi ve şefkatine gereksinim duyduğu bir yaşta velayetin anaya verilmesinde bir sakınca görülmüyorsa, velayet kural olarak anada bırakılmalıdır.” [43]

“Velayet hakkı kendisine verilen eş ölünce, velayet hakkı kendiliğinden sağ kalan eşe geçmez. Bu konuda yeniden karar alınması gerekir.”, [44]

“Küçük kardeşlerin birbirlerinden ayrılmaları onları ruhsal yönden etkileyeceği gibi küçükler anne bakım ve şefkatine muhtaç olduklarından velayet haklarının anneye verilmesi gerekir.” [45]

B. KİŞİSEL İLİŞKİNİN DÜZENLENMESİ

Türk Medeni Kanunu 323. maddesi ile hüküm altına alınmıştır. Buna göre:

“Ana ve babadan her biri, velayeti altında bulunmayan veya kendisine bırakılmayan çocuk ile uygun kişisel ilişki kurulmasını isteme hakkına sahiptir.”
Kanun koyucunun belirttiği bu hakkın kullanımı Türk Medeni Kanunu 182. maddesi ile düzenlenmiştir. Buna göre:
“Mahkeme boşanma veya ayrılığa karar verirken, olanak bulundukça ana ve babayı dinledikten ve çocuk vesayet altında ise vasinin ve vesayet makamının düşüncesini aldıktan sonra, ana ve babanın haklarını ve çocuk ile olan kişisel ilişkilerini düzenler.”

AÇIKLAMALAR

Hâkim kişisel ilişkiyi düzenlerken çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlak bakımından yararlarını, tarafların yerleşim yerlerinin birbirine uzaklığını, ziyaretlerin olması gereken süre ve periyodunu göz önünde bulundurmalıdır.[46] Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre:

“Kişisel ilişki amacına uygun, analık, babalık duygularını tatmin eder şekilde düzenlenmelidir.”, [47]

“Kişisel ilişki tayin edilirken, bu ilişkinin başlangıç ve bitiş saatleri gösterilmeli, infazda tereddüt yaratmayacak nitelikte hüküm tesis edilmelidir.”, [48]

“Kişisel ilişki kurulmasına ilişkin olarak yapılacak giderleri kişisel ilişki kurmak isteyen taraf karşılar. Bu giderler karşı tarafa yüklenemez.”, [49]

“İcra müdürü veya polis gözetiminde kişisel ilişki kurulmasına karar verilmez.”[50]

MAL REJİMLERİ

  •         EDİNİLMİŞ MALLARA KATILMA REJİMİ
  •         MAL AYRILIĞI REJİMİ
  •         PAYLAŞMALI MAL AYRILIĞI REJİMİ
  •         MAL ORTAKLIĞI REJİMİ


Türk Medeni Kanunu 6. kısmında “Mal Rejiminin Tasfiyesi” düzenlemiş olup, 179. maddesinde “Boşanma Halinde Mal Rejimin Tavsiyesi” hüküm altına alınmıştır.Buna göre:

“Mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı olduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır.”
Ayrıca Türk Medeni Kanunu Dördüncü Bölümü’nde “Eşler Arasındaki Mal Rejimi” kapsamlı olarak düzenlenmiştir.

AÇIKLAMALAR

Mal rejimi; eşlerin evlenmeden önce ve evlenmeden sonra edindikleri mallarda mülkiyet, tasarruf ve yönetim hakları ile boşanma (veya ölüm) halinde bunların nasıl paylaşılacağı hususlarını düzenleyen normlar bütününü deyimlemektedir.[51] Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğe giriş tarihi olan 01.01.2002 tarihinden önce evlenmiş olan eşler arasında bu tarihe kadar tabi oldukları mal rejimi devam eder. Eşler Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde başka bir mal rejimini seçmedikleri takdirde bu tarihten geçerli olmak yasal mal rejimini seçmiş sayılırlar. TMK’ nun yürürlüğe girmesinden önce açılmış olan boşanma veya iptal davaları sonuçlanıncaya kadar eşler arasında tabii oldukları mal rejimi devam eder. Dava boşanma veya iptal kararıyla sonuçlanırsa, bu mal rejiminin sona ermesine ilişkin hükümler uygulanır. Davanın retle sonuçlanması halinde eşler, kararın kesinleşmesini izleyen bir yıl içinde başka bir mal rejimi seçmedikleri takdirde, Kanunun yürürlük tarihinden geçerli olmak üzere yasal mal rejimini seçmiş sayılırlar. Eşler bir yıllık süre içerisinde mal rejimi sözleşmesiyle yasal mal rejiminin evlenme tarihinden geçerli olacağını kabul edebilirler. [52]

Türk Medeni Kanunu 202. maddesinde “Yasal Mal Rejimi”ni düzenlemiştir. Yasal Mal rejimi olarak edinilmiş mallara katılma rejimi kabul edilmiş olup, akdi mal rejimi olarak mal ayrılığı, paylaşmalı mal ayrılığı, mal ortaklığı rejimlerini öngörmüştür.

Türk Medeni Kanunu 203. maddesinde “Mal Rejimi Sözleşmesi”ni düzenlemiştir. Buna göre:

“Mal rejimi sözleşmesi, evlenmeden önce veya sonra yapılabilir. Taraflar, istedikleri mal rejimini ancak kanunda yazılı sınırlar içinde seçebilir, kaldırabilir veya değiştirebilirler.”

Yasal mal rejimi edinilmiş mallara katılma rejimi olmakla beraber, sözleşme serbestîsi ana kuralı gereğince eşler her zaman notere giderek düzenleme veya onaylama şeklinde yeni bir mal rejimi sözleşmesiyle akdi mal rejimlerinden birini de seçebileceklerdir. Ancak seçecekleri mal rejimlerinden sadece mal ortaklığı rejiminde önceki malları da evlenmenin başından itibaren ortaklık malı sayılabileceklerdir. [53] Mal rejimi sözleşmesi ancak ayırt etme gücüne sahip olanlar tarafından yapılabileceklerdir. Sözleşme, noterde düzenleme veya onaylama şeklinde yapılabileceği gibi taraflar evlenme başvurusu sırasında hangi mal rejimini seçtikleri yazılı olarak bildirme imkânına da sahiptirler. Mal rejimi sözleşmesinin taraflarca ve gerektiğinde yasal temsilcilerince bizzat imzalanması zorunludur. Eşler mal rejimi sözleşmesi yapmadıkları takdirde, tasfiye anında uygulanacak mal rejimi yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimidir. Eşler her zaman yeni bir mal rejimi sözleşmesiyle önceki veya başka bir mal rejimini kabul edebilirler ( TMK md. 208).

A. EDİNİLMİŞ MALLARA KATILMA REJİMİ

Türk Medeni Kanunu 4. bölüm, 2. ayırımı, 218 – 241. maddelerinde “Edinilmiş Mallara Katılma” rejimini ayrıntılarıyla düzenlemiştir.

AÇIKLAMALAR

Edinilmiş mal, her eşin bu mal rejiminin devamı süresince karşılığını vererek elde ettiği, ivazlı mal varlığı değerleridir. ( TMK 219., 220. maddeleri ). Edinilmiş mallara katılma rejiminde eşlerden her biri kendi borçlarından dolayı üçüncü kişilere karşı bütün mal varlığı ile sorumludur.

Edinilmiş mallara katılma rejimi eşlerin evlenmesi halinde, mal rejimi sözleşmesiyle başka bir mal rejimini seçmedikleri takdirde yasal mal rejimi olarak evlenme tarihinden itibaren başlar.

Eşlerin akdi mal rejimlerinden, sözleşme ile edinilmiş mallara katılma rejimine geçişleri halinde, ilgili sözleşme tarihinden itibaren başlar.

Eşlerin sözleşme ile seçimlik akdi rejiminden vazgeçmelerine rağmen yeni bir seçimlik rejimle ilgili sözleşme yapmamaları halinde, akdi rejimden vazgeçme ile ilgili sözleşme tarihinden itibaren başlar.

Mal ayrılığına geçişi gerektiren sebebin ortadan kalkması halinde eşlerden birinin istemi halinde hâkim tarafından eski mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimine dönülmesine karar verilmesi halinde bu kararın verilme tarihinden itibaren edinilmiş mallara katılma rejimi başlayacaktır ( TMK md. 208 ).

B. MAL AYRILIĞI REJİMİ

Türk Medeni Kanunu 4. bölüm, 3. ayırımı, 242,243. maddelerinde “Mal Ayrılığı” rejimi düzenlemiştir.

AÇIKLAMALAR

Eski Medeni Kanun sisteminde yasal mal rejimi, yeni Medeni Kanun’da ise seçimlik mal rejimi olarak düzenlenmiştir. Buna göre eşlerden her biri, yasal sınırlar içerisinde kendi mal varlığı üzerinde yönetim, yararlanma ve tasarruf hakkına sahiptir. Eşlerden her biri, kendi borçlarından bütün mal varlığıyla sorumludur. Evlilik birliği sona erdiğinde eşler arasında herhangi bir paylaşımın yapılması söz konusu değildir.

C. PAYLAŞMALI MAL AYRILIĞI REJİMİ

Türk Medeni Kanunu 4. bölüm, 4. ayırımı, 244 – 255. maddelerinde “Paylaşmalı Mal Ayrılığı” rejimi ayrıntılarıyla düzenlemiştir.

AÇIKLAMALAR

TMK 244. maddesiyle hüküm altına alındığı üzere

“Eşlerden her biri yasal sınırlar içinde kendi mal varlığı üzerinde yönetim, yararlanma ve tasarruf hakkına sahiptir.”

Paylaşmalı mal ayrılığı ilke olarak mal ayrılığı temeline dayanmaktadır. Paylaşmalı mal ayrılığı rejimi, eşlerden birinin ölümü, başka bir mal rejiminin kabulü, mahkemece evliliğin iptaline, boşanmaya veya mal ayrılığına geçilmesine kara verilmesi hallerinde sona erecektir.

Bu rejimin kurulmasından sonra eşlerden biri tarafından edinilip de ailenin ortak kullanım ve yararlanmasına özgülenmiş olan mallar ile ailenin geleceğini güvence altına alma amacıyla yapılan yatırımlar veya bunların yerine geçen değerler mal rejiminin sona ermesi halinde eşler arasında eşit olarak paylaşılacaktır. [54]

Tasfiye aşamasında öncelikle her eş diğer eşte bulunan mallarının geri alır. Eşlerin paylı mülkiyetindeki bir malın eşlerden biri tarafından talep edilmesi halinde bu eşin, malın kendisine özgülenmesinde üstün yararı olduğunu ispat etmesi ve söz konusu malın ödeme günündeki karşılığının diğer eşe ödenmesine bağlıdır. Eşlerden biri diğerine ait olup paylaştırma dışı kalan bir malın edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına hiç ya da uygun bir karşılık almaksızın katkıda bulunmuşsa mal rejiminin sona ermesi halinde katkısı oranında hakkaniyete uygun bir bedel ödenmesini isteyebilecektir. Aynı istem paylaştırma dışı malın yerine geçen değerler içinde geçerlidir ( TMK md. 249 ).

TMK. 245. maddesiyle hüküm altına alındığı üzere “Belirli bir malın eşlerden birine ait olduğunu iddia eden kimse, iddiasını ispat etmekle yükümlüdür.” Bununla birlikte TMK. 245. maddesine göre “Eşlerden hangisine ait olduğu ispat edilemeyen mallar onların paylı mülkiyetinde sayılır.”

Eşler aile konutunda kalma ve ev eşyasını kullanma hususunda anlaşabilirler. Anlaştıkları takdirde aile konutunda kalma hakkını elde eden eş, bu hakkın tapu kütüğüne şerh edilmesini isteyebilecektir. Anlaşamadıkları takdirde, hâkim, olayın özelliklerini, eşlerin ekonomik ve sosyal durumlarını, varsa çocukların menfaatlerini göz önünde bulundurarak, bu hakka hangi eşin sahip olacağına boşanma veya iptal kararı ile birlikte re’sen karar verecektir. Burada şerh sahibi eşin ayrıca bir talepte bulunmasına gerek yoktur. Hâkim şerh kararını re’sen tesis ederek ilgili Tapu Sicil Müdürlüğü’ne bildirecektir. Bu konuda ayrıca, ilgili eşin konutta kalma ve ev eşyasını kullanma süresini de belirtmek gerekecektir ( TMK md. 245/1–2 ).

D. MAL ORTAKLIĞI REJİMİ

Kanun koyucu, Türk Medeni Kanunu 4. bölüm, 5. ayırımı, 256 – 281. maddelerinde “Mal Ortaklığı” rejimi ayrıntılarıyla düzenlenmiştir.

AÇIKLAMALAR

Mal ortaklığı rejimi kanunda yazılı sınırlar içinde seçilebilecek, değiştirilebilecek veya kaldırılabilinecektir. Bu rejim kendi içinde genel mal ortaklığı ve sınırlı mal ortaklığı, diğer mal ortaklıkları olarak üçe ayrılmaktadır. Genel mal ortaklığı, eşlerin yasa gereğince kişisel mal sayılanlar dışındaki malları ile gelirleri ortaklık mallarını oluşturmaktadır ( TMK. md. 257/1 ). Ortaklık malları üzerinde geçerli olan, elbirliği mülkiyetidir ( TMK. md. 257/2 ). Bu nedenle hiçbir eş, ortaklık payı üzerinde tek başına tasarruf hakkına sahip değildir ( TMK. md. 257/3 ). Sınırlı mal ortaklığı, edinilmiş mallardan oluşan bir ortaklığı ifade etmektedir ( TMK. md. 258/1 ). Buradaki “edinilmiş mallardan” maksat, evlilikten itibaren değil, sözleşmenin kurulmasından itibaren edinilmiş mallardır. Diğer mal ortaklıklarında ise eşler kanun koyucunun tanıdığı hakla birlikte belirli mal varlığı değerlerini veya türlerini ortaklık dışında tutabilirler ( TMK. md. 259/1 ).

Bir malın kişisel mal mı yoksa ortaklık malı mı olduğu konusunda çekişme olması halinde ispat yükü, çekişmeli malın kişisel mal olduğunu iddia eden eş veyahut üçüncü kişiye ait olacaktır. Bir eşin kişisel malı olduğu ispatlanmadıkça tüm malvarlığı değerleri ortaklık malı sayılacaktır.

Evliliğin boşanma veya iptal sebebiyle sona ermesi halinde mal ortaklığı rejimi dava tarihinden geçerli olmak üzere sona erer ( TMK. md. 271/2). Kişisel mal ile ortaklık malları ayrıldıktan sonra her eş kendi kişisel malı sayılacak olanları ortaklık mallarından geri alır ( TMK. md. 277/1 ). Böylece, geri kalan ortaklık malları eşler arasında yarı yarıya paylaştırılır ( TMK. md. 277/2 ).

 

[1] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 31.05.1983 tarihli, 1983/3732 Esas ve 1983/4974 Karar sayılı ilamı
[2] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 21.02.1984 tarihli, 1984/1408 Esas ve 1984/1635 Karar sayılı ilamı
[3] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 17.06.1986 tarihli, 1986/5766 Esas ve 1986/6055 Karar sayılı ilamı
[4] EGGER August, Medeni Kanun Şerhi, Aile Hukuku (Çev. ÇAĞA Tahir), Kenan Matbaası, İÜHF Yayını, 43, İstanbul 1943, sf. 158
[5] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 14.03.1984 tarihli, 1984/2318 Esas ve 1984/2496 Karar sayılı ilamı
[6] TUTUMLU Mehmet Akif, Teorik ve Pratik Boşanma Yargılaması Hukuku, Ankara 2005, sf. 238
[7] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 20.02.1973 tarihli, 1973/185 Esas ve 1973/1006 Karar sayılı ilamı
[8] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 29.09.1988 tarihli, 1988/7363 Esas ve 1988/8606 Karar sayılı ilamı
[9] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 21.06.1983 tarihli, 1983/5507 Esas ve 1973/5611 Karar sayılı ilamı
[10] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 21.01.1988 tarihli, 1987/10685 Esas ve 1987/531 Karar sayılı ilamı
[11] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 15.01.2003 tarihli, 2002/13461 Esas ve 2003/308 Karar sayılı ilamı
[12] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 15.09.1975 tarihli, 1975/6688 Esas ve 1975/6735 Karar sayılı ilamı
[13] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 21.06.1990 tarihli, 1990/1308 Esas ve 1990/6360 Karar sayılı ilamı
[14] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 02.12.1991 tarihli, 1991/12450 Esas ve 1991/14351 Karar sayılı ilamı
[15] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 27.12.1991 tarihli, 1991/13068 Esas ve 1991/16197 Karar sayılı ilamı
[16] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 12.04.1995 tarihli, 1995/2–138 Esas, 1995/384 Karar sayılı ilamı
[17] BOZOVALI Haluk, Türk Medeni Hukukunda Bakım Nafakaları, İstanbul 1990, sf.1
[18] TUTUMLU Mehmet Akif, Teorik ve Pratik Boşanma Yargılaması Hukuku, Ankara 2005, sf. 1112
[19] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 17.10.2001 tarihli, 2001/2–701 Esas, 2001/727 Karar sayılı ilamı
[20] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 19.03.1997 tarihli, 1997/2–23 Esas, 1997/228 Karar sayılı ilamı
[21] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 24.12.2003 tarihli, 2003/4238 Esas ve 2003/7369 Karar sayılı ilamı
[22] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 30.09.1992 tarihli, 1992/2–468 Esas, 1992/536 Karar sayılı ilamı
[23] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 01.03.1999 tarihli, 1999/660 Esas ve 1999/1692 Karar sayılı ilamı
[24] OĞUZMAN/DURAL, sf. 148
[25] VELİDEDEOĞLU Hıfzı Veldet, Türk Medeni Hukuku, Cilt II, Aile Hukuku, 5. Bası, İstanbul 1965, sf. 263
[26] AKINTÜRK, sf. 308; FEYZİOĞLU, sf. 401 – 402
[27] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 04.02.2003 tarihli, 2003/559 Esas ve 2003/1593 Karar sayılı ilamı
[28] Yard. Doç. Dr. RUHİ Ahmet Cemal, Nafaka Hukuku, Ankara 2005, sf. 120
[29] Yargıtay İBK 28.05.1956 gün 15/15. Resmi Gazete 27.12.1956, Sayı 9494
[30] Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 15.09.2003 tarihli, 2003/9907 Esas ve 2003/10100 Karar sayılı ilamı
[31] OĞUZMAN/DURAL, sf. 388; TEKİNAY, sf. 569
[32] ÖZTAN, Aile Hukuku, sf. 178
[33] Yard. Doç. Dr. RUHİ Ahmet Cemal, Nafaka Hukuku, Ankara 2005, sf. 175
[34] TUTUMLU Mehmet Akif, Teorik ve Pratik Boşanma Yargılaması Hukuku, Ankara 2005, sf. 1198
[35] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 29.03.1992 tarihli, 1992/7261 Esas ve 2003/7408 Karar sayılı ilamı
[36] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 13.02.1984 tarihli, 1984/1071 Esas ve 1984/1242 Karar sayılı ilamı
[37] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 23.12.1992 tarihli, 1992/658 Esas ve 1992/748 Karar sayılı ilamı
[38] SEROZAN Rona, Çocuk Hukuku, İstanbul 2000, sf. 267
[39] ÖZMEN İsmail, Velayet Hukuku Davaları ve Çocuk Mahkemeleri, Ankara 2005, sf. 46
[40] TUTUMLU Mehmet Akif, Teorik ve Pratik Boşanma Yargılaması Hukuku, Ankara 2005, sf. 1266–1268
[41] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 25.01.2000 tarihli, 2000/13346 Esas ve 2000/581 Karar sayılı ilamı
[42] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 07.10.2003 tarihli, 2003/11644 Esas ve 2003/12972 Karar sayılı ilamı
[43] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 06.05.1972 tarihli, 1969/2–601 Esas ve 1972/296 Karar sayılı ilamı
[44] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 13.11.1987 tarihli, 1987/6706 Esas ve 1987/8727 Karar sayılı ilamı
[45] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 14.09.2000 tarihli, 2000/8291 Esas ve 2000/10249 Karar sayılı ilamı
[46] AKYÜZ Emine, Medeni Kanuna Göre Müşterek Hayatın Tatili, Ayrılık ve Boşanmada Çocuğun Korunması, Ankara 1983, sf. 147
[47] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 12.03.2003 tarihli, 2003/2146 Esas ve 2003/3428 Karar sayılı ilamı
[48] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 01.02.2002 tarihli, 2002/17592 Esas ve 2002/1000 Karar sayılı ilamı
[49] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 19.03.1998 tarihli, 1998/1801 Esas ve 1998/3388 Karar sayılı ilamı
[50] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 22.11.2001 tarihli, 2001/14060 Esas ve 2001/16341 Karar sayılı ilamı
[51] ZEVKLİLER Aydın/HAVUTÇU Ayşe, Yeni Medeni Kanuna Göre Türk Medeni Hukuk ( Temel Bilgiler ), 2. Bası, Ankara 2004, sf. 253–254; KILIÇOĞLU, Katılma Rejimi, sf. 1
[52] ÖZUĞUR Ali İhsan, Mal Rejimleri, Ankara 2004, sf. 19
[53] ÖZUĞUR Ali İhsan, Mal Rejimleri, Ankara 2004, sf. 21
[54] ÖZUĞUR Ali İhsan, Mal Rejimleri, Ankara 2004, sf. 25
[55] TUTUMLU Mehmet Akif, Teorik ve Pratik Boşanma Yargılaması Hukuku, Cilt II, Ankara 2005, sf. 986
[56] Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 03.07.1978 gün, 5/6 sayılı kararı
[57] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 23.10.1992 tarihli, 1992/10153 Esas ve 1992/10218 Karar sayılı ilamı
[58] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 05.06.1997 tarihli, 1997/5269 Esas ve 1997/6499 Karar sayılı ilamı
[59] Yargıtay 2.Hukuk Dairesi, 16.06.2003 tarihli 2003/7783 Esas ve 2003/8768 Karar sayılı ilamı
[60] ÖZUĞUR Ali İhsan, Mal Rejimleri, Ankara 2004, sf. 34
[61] ÖZUĞUR Ali İhsan, Mal Rejimleri, Ankara 2004, sf. 41
[62] ÖZUĞUR Ali İhsan, Mal Rejimleri, Ankara 2004, sf. 50
[63] ÖZUĞUR Ali İhsan, Mal Rejimleri, Ankara 2004, sf. 40
[64] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 09.05.2002 tarihli 2002/5169 Esas ve 2002/6179 Karar sayılı ilamı